algı

  • idrak

    İsimHalkdili

    Kazanç, alacak

  • idrak

    Rüşvet

  • idrak

    Vergi

Benzer Kelimeler

idrak bıçağı
idrak etme
algılamak
algılanma
algılanmak
algılatma
algılatmak
algılayıcı
algın


Idrak Nedir?

Idrak, bir duyu organımızda tepki uyandıran enerjidir. Bu enerji kimyasal yada fizyolojik olabilir. Değişik uyaranlar değişik duyularımızı hedef alır. İnsan organizmasının duyu organlarının her birinin kendisine nazaran alt ve üst sınıra haizdir. Duyu organları enerji değişimini fark edebilen özelleşmiş organlarımızdır. Kabaca duyu organlarımız beşe ayrılmaktadır.

Görme duyusu
İşitme duyusu
Deri duyusu
Kimyasal duyular
Durum duyuları

+ + + + + + + + +

Idrak : Duyusal uyarımların anlamlı deneyimlere çevrilme süreci. Bu edinim, doğrusu idrak, uyarım ile sürecin ortak ürünüdür. Idrak etme sürecinin özellikleri, ışık, ses şeklinde değişik uyaranlar ile bu uyaranlardan doğan deneyimler yada algılar arasındaki ilişkilerden çıkartılabilir ve bu çıkarsamalar üzerine idrak etme kuramları geliştirilebilir.

Sadece, idrak etme sürecini direkt gözlemleme olanağı olmadığından bu kuramların geçerliliği de yanlızca dolaylı olarak irdelenebilir.
Bilginin deposu ve geçerliliği mevzusundaki sorular sebebiyle idrak etme öteden beri felsefenin mevzusu olmuştur. Data felsefesi kuramcıları, insan deneyiminden bağımsız, gerçek bir dünyanın varlığını, bu şekilde bir dünya var ise insanoğlunun onun özelliklerini {nasıl} öğrenebildiğini ve bu deneyimin gerçekliğini ya da doğruluğunun {nasıl} saptanabileceğini araştırırlar.
Algılamanın bilimsel temellerinin araştırılması ise büyük seviyede psikolojinin mevzusu olmuştur. Araştırmacılar dış dünyanın, fiziğin bilhassa eloktromagnetik enerji, optik ve mekanik dallarının tanımladığı anlamda veri olarak kabul eder. Bu durumda aslolan mesele, mesela ışık şeklinde fizyolojik bioenerji ile bu uyarımı algılayan organizma arasındaki karşılıklı etkileşim sürecinin araştırılmasıdır.
Duyum ve idrak arasındaki ayrımın deneysel olarak gösterilmesi klasik bir mesele olagelmiştir. Bunun en mühim sebebi, bu iki kavramın tanımları üstünde kati bir anlaşmaya varılamamış olmasıdır. Filozofları ve psikologların bir çok bu iki kavram arasındaki ayrımı temelde kabul eder. Genel olarak duyumlar duyular yöntemiyle edinilen kolay deneyimler, algılarsa kolay öğelerden çağrışım yöntemiyle oluşturulan karmaşık yapılardır. Yaygın olarak benimsenen bir başka fark da duyumların tersine, algının öğrenmenin etkisine açık olmasıdır. Nitekim, geçici duyarlılık değişimleri ve bitkinlik dikkate alınmadığı sürece , beli bir uyarım her yinelenişinde aynı duyumlara yol açarken, algılar, aradaki sürede öğrenilenlere bağlı olarak bir durumdan öbürüne değişebilir. Ek olarak bazı psikologlar algıları dış nedenlere bağlı olarak tanımlarken, duyumları daha öznel, kişisel ve içsel deneyimler olarak kabul ederler. Duyum ve idrak ayrımının anatomik-fizyolojik ölçütleri de vardır. Buna nazaran duyum, duyu organlarının derhal yakınında meydana gelen sinir sistemi vakalarıyla özdeşleşirken, idrak sinir sisteminin daha üst bölümlerinde, beyin düzeyinde gerçekleşir. Deneysel kanıtlar, algının süre içindeki gelişiminin ölçülebildiğini, hatta algının zaman içinde değişebildiğini ya da birden oldukca algının oluşabileceğini ortaya koymaktadır. Ek olarak algıların duyusal uyarım anında kendiliğinden ve tümüyle oluşmuş şekilde ortaya çıkmadığını, süre içinde gelişerek örgütlü bir yapıya dönüştüğünü gösteren veriler de vardır. Kimi kuramcılar algılardaki örgütlemenin öğrenme sonucu oluştuğunu, kimileri ise (bilhassa Gestalt’çılar) fizyolojik olarak doğuştan var bulunduğunu savunurlar. Katarakt sebebiyle doğuştan kör olan v ameliyatla görme kabiliyeti kazana kişiler üstündeki araştırmalar bu tartışmalara bir seviyede açıklık kazandırmıştır. Yeni görmeye başlamış olan şahıs ışık yoğunluğundaki değişikliklere ve renklere duyarlı olmasına karşılık görmüş olduğu kolay şekilleri birbirinden ayırmakta ve kısa süre ilkin gösterilen bir şekli hatırlamakta güçlük çeker. Aynı eksiklik insan yüzlerini ayırt ederek tanıma mevzusunda da geçerlidir. Bu kolay yeteneklerin edinilmesi aylar devam eden denemeleri gerektirir. Dolayısıyla, idrak etme sistemi yinelenen uyarımlarla gelişerek biçimleri tanıma ve birbirinden ayırma şeklinde karmaşık işlevleri yerine getirebilecek düzeye ulaşır. Doğuştan kör olan yetişkinlerin yalnızca görsel deneyimleri eksiktir. Oysa yeni dünyaya gelen bebekte temel görme işlevlerinin bir çok azca gelişmiştir. Bu yüzden, laboratuvar hayvanları ve bebekler üstünde meydana getirilen deneylere dayanarak görsel deneyimin idrak örüntülerini oluşturmak için değil, sürdürmek için lüzumlu olduğu öne sürülebilir. Gene bu deneylerden örüntü ve derinlik algısının doğuştan var olduğu sonucu çıkartılabilir.
Öte taraftan, sabitleştirilmiş ağ katman görüntüleri üstüne meydana getirilen araştırmalar, algıları oluşturan yapısal öğeler bulunduğuna ilişkin kanıtlar getirmiştir. Görüntü kaynağını gözle beraber hareket ettirebilen böylece ağ tabakada ki görüntüyü sabitleştiren bir aygıtla meydana getirilen deneyler, harekesizleştirilen görüntülerin kaybolduğunu ve algıyı sürdürebilmek için ağ tabakada ki görüntüde belli bir hareket olması icap ettiğini ortaya koymuştur. Optik manivela denen bu düzenek yalnızca düz ve dikey çizgiler şeklinde kolay hedeflerin kullanılmasına olanak verirse de, başka bir aygıtla daha karmaşık görüntüler de sabitleştirilebilmektedir. Karmaşık görüntülerin yarattığı idrak daha geç bozulmakta ve bütünüyle kaybolmamaktadır.
Max Wertheimer, Kurt Koffka ve Wolfgang Köhler şeklinde Gestalt kuramcıları idrak örgütlenmesini öğrenilen ilişkilerin sonucu olarak görmeye yanaşmıyorlardı. Kolay duyumların örgütlenmiş algılar oluşturduğunu kabul etmekle beraber, algının deneyimin temeli olduğu, insan deneyiminin öğelerin bir araya gelmesinden oldukca, örgütlenmiş bütünlerden ( Gestalt) oluştuğunu öne sürüyorlardı. Zihin bir şekildeki minik boşlukları mantıksal bir tüm oluşturacak bir şekilde doldurur. Böylece görüntü kendisini oluşturan öğelere egemen olur ve bu öğelerde bulunmayan bir ekip özellikleri yüklenir. Şahıs tek tek noktaları değil noktalardan oluşan çizgiyi algılar bu görüşün en açık anlatımını Gestalt kuramını açıklamak için sıkça baş yaralanan şu cümle verir: “Tüm, parçalarının toplamından öte bir şeydir.”
Örüntüler öğelerde var olmayan özellikler taşımış olduğu şeklinde Pragnanz ilkesi uyarınca, algılanan örüntünün “iyi” olmasını da mevcud koşullar belirler. “iyi” biçimleştirmenin özellikleri içinde basitlik, dengelilik, düzgünlük, bakışım, süreklilik ve birlik şeklinde niteliklerin sayılabilmesine karşılık, bir biçimleştirmenin hangi öğelerde iyi yada fena olduğu kati olarak belirlenememiştir.
Bütünlenme ilkesi de çoğunlukla pragnanz ilkesi doğrultusunda işler. Mesela kesik çizgilerle oluşturulmuş dairesel biçim eksiksiz yada kapalı bir çember olarak görülür. Aynı şekilde, bir kısmı ağ tabakada ki kör notaya denk gelse bile görüntü çoğunlukla eksiksiz algılanır. Süreklilikte pragnanz ilkesinin uzantısıdır ve kesik, düzensi, geçişsiz çizgilerden oldukca, yumuşak ve sürekliliği olan çizgileri idrak etme eğilimini tanımlar. Bütünlenme ve süreklilik karmaşık bir uyaranın doğuracağı algıları belirleyen iki etken olarak görülür.
Gestalt kuramını nazaran, bir şeklin arka planının da idrak üstünde mühim tesiri vardır. Algıdaki arka plan etkisine en kolay örnek, aydınlık – karanlık karşılığıdır. Uyaranın parlak görünmesi yalnızca kendisine değildir. Çevresinde ki uyarıma da bağlıdır. Aynı gri kare, koyu fon üstünde daha beyaz, açık fon üstünde daha siyah görülür.
Algının en çarpıcı özelliklerinden biride, uyaranın özelliklerinin devamlı değişmesine rağmen, nesnelerin değişmez görünüme eğiliminde olmasıdır. Uzaklaşan bir otomobilin ağ tabakada ki görüntüsü boyut olarak küçülse de, idrak deneyimi olan düzgüsel şahıs, nesnenin boyutlarını değişmez olarak algılar. Gözlemciye algıladığı nesneye evvelinde varlığını bilmiş olduğu bir nesne ile özdeşleştirme olanağı veren uygun bağlamsal ip uçlarının var olması koşuluyla idrak değişmezliğini korur.
Idrak etme kuramları genel anlamda, fark yapmaksızın tüm canlılara yada en azından tüm insanlara uygulanacak şekilde geliştirilmiştir. Sadece algısal işleyişin kültürden kültüre, bireyden bireye, hatta aynı bireyden belirgin farklılıklar gösterdiği de gerçektir. İnsanlar yaşadıkları idrak deneyimlerine bir seviye ve anlam yükleme eğilimindedirler ; Bu eğilimde kültür, beklentiler, gereksinimler, şuur dışı eğilimler, kıymet yargıları ve çatışmalarla belirlenir.
Algısal öğrenme
Geçmiş deneyimlerin duyusal algılar üstündeki tesiri. Bir canlının öğrenmeye yatkınlığı yaşamını sürdürebilmesi için birinci derecede ehemmiyet taşır ve bu yatkınlık büyük seviyede canlının algısal becerilerine bağlıdır. Algısal beceriler is uyaranlara daha etkili cevap vermekle yakından ilgilidir
Algısal öğrenme geçmişte canlı tartışmalara onu olmuştur. İlk Gestalt psikologları öğrenmenin algılamayı değişikliğe uğrattığını yadsımışlarsa da, bu olgu günümüzde nerede ise evrensel kabul görmektedir. Bu değişikliğin kapsamı ve oluşma biçimi mevzusundaki araştırmalar ise sürmektedir. Konya ilişkin iki temel kuramdan biri keşfetme diğeri zenginleştirme kuramıdır. Keşfetme kuramı kişinin daha ilkin gözden kaçırılmış olduğu uyaranlara sadece öğrenme yöntemiyle fark edebilir duruma geldiğini öne sürer. Zenginleştirme kuramı ise bir öğrenme deneyiminin ışığında kişinin farkına varma ve yanıtlama kabiliyetinin arttığı görüşüne dayanır. Zenginleştirme savı, öğrenmenin kişinin bayağı uzamlar ilişkileri yorumlama biçimini belirlediğini de savunur. sözgelimi şahıs, belirli açılardan bakıldığında elips olarak görülse bile bir tabağın daima daire biçiminde bulunduğunu varsaymayı öğrenir . bu kuramcılara nazaran belirsizliklerin giderilip tam algılamaya varılabilmesi için bu tür varsayımlar gereklidir.
Laboratuarlarda algısal kabiliyetlere ilişkin araştırmaların neticeleri gözlenerek algısal öğrenmeyi sınama ve ölçme olanağı bulunmuştur. Bu araştırmalar esnasında demeklerin işitme, koklama ve görme duyularının ölçme için çeşitli testler uygulanır. Deneklerin araştırmalar sonucunda başlangıçtaki puanlarını artırmaları, algısal yeteneklerin değişmez olmadığını ve öğrenmeyle değişebileceğini gösterir.
Araştırmacılar yeni dünyaya gelen hayvanlar ve prizmayla çarpıtılmış görüntüleri algılamaya uyum elde etmiş laboratuar denekleri üstünde yaptıkları deneyde çevreyle etkin bir etkileşimin algısal öğrenmeyi büyük seviyede artırdığını da saptamışlardır.
(ANA BRİTANİCA CİLT 1 SAYFA 376-377)

+ + + + + + + + +

Biz dış dünyayı algılamakla tanırız. Başka bir deyişle dışımızdaki gerçekliğin bilgisini bizlere algılar verir. Sözgelişi sınıftaki öğrencileri görürüm;içtiğim çayın tadının alırım;dersin sona erdiğini bildiren zilin sesini duyarım. Bunların her biri bana bir nesne ile yada bir vakayla ilgili detayları verir.
Bizlere bu detayları duyumda verebileceği akla gelebilir. Sadece duyum bir duyum organının uyarılmasıyla meydana gelen kolay bir vakadır. Duyu organının çevresinden gelen etkiye yapmış olduğu bir tepkidir. Başka bir deyişle duyum hemen hemen bir data haline gelmemiş olan vakadır. Sözgelişi, dilin tatalması bir duyumdur. Bunun çay tadı bulunduğunu anlamamız algıdır. Kulağın bir ses işitmesi bir duyumdur. Bunun dersin sona erdiğini bildiren zilin sesi bulunduğunu anlamamız algıdır. Görülüyoki idrak duyulabilir bir niteliğin ortaya çıkmasından ibaret kolay bir şey değildir. Idrak, eşyanın mekanda belli bir yere yerleştirilmesi, bir tüm olarak meydana çıkarılmasıdır. Sözgelişi benden 4 metre uzakta duvarda aasılı olan levhanın bir biyoloji levhası bulunduğunu belirtmem yada bir metre uzağımdaki tahtanın yazı tahtası bulunduğunu söylemem onları algılamam anlama gelir. Görülüyor ki, idrak etme, insanoğlunun çevresindeki nesneleri, nitelikleri, ilişkileri duyu organları yöntemiyle tanıması, anlaması, anlamlandırmasıdır. Bundan dolayı minik bir bebek için alglama söz mevzusu olması imkansız. Bebek için bir tek duyumlar vardır.
Eskiden algıyı şu şekilde tanımlarlardı: Idrak, belli bir nesneden alınan ayrı ayrı duyumların organize edilmesi, hayal ve hatırlamalarla tamamlanıp yorumlanmasıdır
Bu görüşe nazaran idrak, ayrı ayrı duyumların bir toplamı idi. Ek olarak ses , renk, çizgi şeklinde alınan duyumları da örnek olarak şarkı, ağaç ve tarla şeklinde yorumlamak gerekirdi.
Günümüzde bu görüş önemini yitirmiştir.şimdi Geştalt ekolünün görüşü geçerlidir. Bu ekolün başlıca temsilcileri Max Wertheimer, Kurt Koffka ve Wolfgang Köhler’dir. Bunlar idrak ile duyum içinde bir fark yapmayı kabul etmezler. Onlara nazaran idrak duyumların bir toplamı değildir; her idrak bir bütünün direkt doğruya kavranmasıdır. Başka bir deyişle biz, evvelce ayrı ayrı oluşmuş olan duyumları birleştirerek bir bütünü ede etmiyoruz. Bunun tamamiyle tersine biz nesneleri bir tüm, birbirleriyle birleşmiş bir biçim olarak algılıyoruz. Nitekim bir kimseyi onun göz, kaş ve saçlarından aldığımız duyumlarla, burun, kulak ve alın yapısından aldığımız duyumları birleştirerek tanımayız. Şundan dolayı gözlerinin yeşil yada burnunun kalkık bulunduğunun farkına varmadan da o kimseyi tanırız.
Öyleyse bir nesneyi tanımak, onu bünyeleşmiş bir tüm olarak kavramak anlama gelir. Buna nazaran algıyı şu şekilde tanımlayabiliriz: Idrak, nesnelerin bünyeleşmiş bütünler şeklinde kavranmasıdır.
(Psikoloji Lise 2,Selman Erdem, Fil Yayınevi, Baskı:Flaş Ofset 1986,İstanbul:12. Baskı)

+ + + + + + + + +

Idrak, nesne ve vakalara karşı organizmanın yapmış olduğu, anlamlı, sistemli ve toptan bir tepkidir. Algılar, duyumların sonucu olarak ortaya çıkarlar : Algılar, ferdin eski yaşantılarına yada bilgilerine nazaran biçim alırlar. Bu sebeple, idrak, bir kişilik tepkisidir. En mühim emaresi de duyumların, belli bir nesne ve şekli ilişik olduğuna dair bir şuur halinin kişide ortaya çıkmasıdır. Bunu için, kişide, bir şeyin algısı oluştuğu süre, o şeyi tanıyor, biliyor anlama gelir. Duyu organları yöntemiyle alınan duyumların neye ilişik olduğu fert tarafınca bilinmiş olduğu yada tanındığı anda, duyumların bir yorumlanması söz mevzusudur. Bu sırada alınan duyumlar bir örgütlenmeye ve netice olarak ta bir olguya dönüşür. Kulağımıza gelen bir sesin Ali’nin sesi bulunduğunu bildiğimiz süre Ali’nin sesinin algısına sahibiz anlama gelir. Bu durumda işitme duyumu yerine “işitme algısı” ndan söz edilir.
Algılar, kişinin hayata uyumu için son aşama önemlidir. Bir şahıs, bir nesne yada vakaya ilişik ne kadar oldukca duyuma haiz olursa, o nesne yada vakası o denli kolay ve sağlam algılar. Sözgelişi, limonun şeklinin görme organı olan gözle görülmesi, yumuşaklığının elle anlaşılması, tadının tatma organı olan dille belirlenmesi, kokusunun koklama organı olan burun ile anlaşılması hep birer duyumdur. Bu duyumlar zihinde birleşerek örgütlenme sonucu kişide “limon” algısı meydana getirirler, artık “ limon” dendiği süre, biz, onun çeşitli duyu organı vesilesiyle aldığımız çeşitli özelliklerini hatırlayabiliriz. Gözümüzle uzaktan da görsek onu tanıyabiliriz. İşte bu şekilde durumlarda “tam idrak” dan söz edilebilir.

Idrak ve Kavramlar : Bir cinse ilişik olan oldukca çeşitli algıların ortak yönlerinin soyutlama ve genelleme yollarıyla bir araya getirilmesiyle de “kavram” oluşur. Değişik tipteki limonların değişik algıları vardır. Bunların unsur ve özelliklerinin soyutlanması ve genellenmesi sonucunda zihinde bir “limon” fikrine ulaşılır ki, işte bu “limon” kavramıdır. Biz, kavramlar vasıtasıyla düşünürüz. Kelimeler, kavramanın birer sembolüdür. Dilde, hususi adlar haricinde, konuşulan derhal her kelimenin bir kavaramı vardır. Bir terimi, kelimelerle ifade etmeye çalıştığımız zamanda da “tarif” yapmış oluruz.
Algının Özellikleri : Algıyı, ferdin çevresine yapmış olduğu anlamlı, sistemli ve toptan bir tepki olarak tanımlamıştık. Bunun bu şekilde olması, rasgele değil, belirli ilkeler çerçevesinde olmaktadır. bunlara “algının özellikleri” denir. Algının özelliklerini 4 grupta inceleyebiliriz.

1. Seçicilik : Fert, kendisine gelen uyarıcıların hepsini seçmeye muktedir değildir. Algılamanın olabilmesi için kendisine gelen uyarıcılardan bir kısmını seçer, bir kısmını seçmez. Seçilecek algıları etkileyen başlıca iki unsur vardır : 1 ferdin ilgi ve dikkati 2 uyarıcının özelliği
Birincisine nazaran fert ilgi duyduğu ya da kendisi için mühim olan nesne ve vakalara yönelir. Bu tarz şeyleri seçer. İlgi duymadıklarına ya da kendisi için mühim olmayanlara da duyarsız kalır. Bu gibilerin algıları, onda belirli belirsiz bir şekilde oluşur. Her insanın, yeni bir ortama girmiş olduğu süre, mesleği ile ilgili vasıta ve gereçlere vakalara dikkat etmesi bundandır. Bir büyük mağazaya giren ayakkabıcı ayakkabılara, bir oyuncakçı da oyuncaklara dikkat eder. Böylece dikkat en mühim bir seçicidir.
Ek olarak ferdin gereksinimleri beklentileri ve öğrenme durumu da algılamayı etkisinde bırakır. Şahıs aç iken, yiyecek maddelerine ; susuz iken içecek maddelerine karşı daha duyarlıdır. Bunlarla ilgili bir söz yada hareketi diğerlerine kıyasla, daha acele algılarlar. Daha ilkin belli bir alanda bir eğitim görmüş olan bir kimse, yeni öğrendiği herşeyi eskileri ile karşılaştırır. Yeni bilgiler eskilerinin tesiri altında öğrenir.

2. Değişmezlik : Zihnimiz bir nesne yada şekli değişik durumlarda da olsa hep aynı şekilde algılar. Biyoloji derslerinde öğrendiğimiz suretiyle, bir cisimden yansıyan ışık ışınları göz bebeğinden geçtikten sonrasında, onun imgesi, ters olarak, gözün ağ tabakasına düşer. Buna karşın biz cismi dışarıda ki şeklinde doğru olarak algılarız. Gene, bunun şeklinde, ötelerde ki bir cismin imgesi gözümüzün ağ tabakasına oldukca minik olarak geldiği halde biz onu aşağı yukarı aynı boyutlarında algılarız. Yakın mesafelerde ise o cismin enini boyunu ortalama olarak tahmin bile edebiliriz. Gene bir cisim fotoğrafta olduğu şeklinde değişik görünüşlerde iki boyutlu olarak gözümüze ulaşmış olduğu halde, biz onu üç boyutlu görürüz. Tüm bunlar, görülen bir cismin, zihin tarafınca tekrardan örgütlendiğinin ve tekrardan yorumlandığının bir emaresidir. Bu şekilde bir özelliği olmasa, her şey her durumda bizlere hep yeni şeklinde gelir ve bu durumda da çevremize uyumumuz zorlaşır.

3. örgütlenme ve Gruplanma: Bir nesne yada biçim algılanırken, anlamlı hale getirme sonucu, zihin ayrıntılar üstünde durmaz. Kişini tepkisi bütüne aittir ve toptandır. Bir metin okunurken tek tek kelime ve harfler üstünde durulmaz. Mühim olan o metnin anlamıdır. Bunu yaparken zihin belirli ip uçlarından yararlanır. Gene melodi dinlerken o melodiyi teşkil eden notalar asla dikkate alınmaz. Melodi toptan algılanır. Bunu yaparken zihin, görmüş olduğu, işittiği vb şeylerden bir ekip anlamlı bütünler oluşturur. Bunlar biçim – zemin algısı, gruplama ve tamamlama şeklinde durumlardır. Biçim – zemin algısında nesne kimi süre biçim, kimi zamanda zemin esas alınarak algılanır. Bu durum zihni bir örgütlenmenin sonucudur.

4. Derinlik: Gözün ağ tabakası, fiziki olarak gördüğümüz nesneleri sağ, sol, yukarı-aşağı şeklinde iki boyut üstüne görme kabiliyetine haizdir. Fakat, buna karşın biz üç boyutlu olarak algılarız. Bunu sebebi zihnimizin görme ile ilgili bir ekip ip uçlarından yararlanmasıdır. Bunların başlıcalar ı gölgelerin varlığı, görülen nesne ile göz içinde başka nesnelerin varlığı, ışık etkisiyle nesnelerin açık ve sisli olarak görülmeleri, değişik yüksekliklerin olması ve nihayet, iki gözün beraber çalışmasının verdiği sonuçtur.

Işığın geliş yönüne bağlı olarak, gölgeler birer derinlik algısı yaratırlar. Havanın açık ve sisli olmasına nazaran, nesneler, yakın ve uzak görünürler : Puslu havalarda cisimler, uzak ; açık havalarda da yakın görünürler. Bir fotoğrafta, ön bayağı sonrasında, ikinci sırada başka resimler olursa , üçüncü sıradakiler daha uzak görünürler. Yüksek olan nesneler kendilerinden alçak olanlara nazaran daha uzakta imiş şeklinde görünürler. Doğrusal perspektifte büyüklükleri malum nesneler uzakta iken birbirlerine daha yakın şeklinde görünürler : Demir yolu üstünde bulunan raylar, uzakta birbirine kavuşuyor şeklinde görünürler. İki gözün beraber çalmış olduğu durumlarda da gözler, nesnelere iki göz arası kadar değişik açılara da bakarlar. Açılarda ki bu farklılık ağ tabakada uymazlık vakasını yaratır. Bu olayın derinlik algısını oluşmasının da bir görevi olduğu tespit edilmiştir.

ALGI YANILMALARI

Algının yukarıda ki özellikleri, ara sıra, idrak yanılmaları adında olan vakalara da sebep olmaktadır. Ek olarak idrak alışkanlıkların inançların ve hissi eğilimlerimizin etkilerine karşı oldukca duyarlıdır. Bu sebeple tek yönlü olan tam idrak niteliği taşımayan algılarımızda yanılmalar olmaktadır. nesne ve şekilleri teker teker değil, bir tüm olarak algılamamızın sonucudur. Bu netice bazı durumlarda yanılmalara sebep olmaktadır. bu sebeple, detay, bütünün içinde kaybolmaktadır.
Öteki duyu organlarımızla ilgili yanılmalarda da aynı durum söz mevzusudur. Bunlarla ilgili olarak ta şu örnekleri verebiliriz.
 Bitişik odada, bir kimse bulunmuş olduğu duygusuna kapılırsak, oradan gelen sesleri insan sesi olarak algılarız
 Siste yada alaca karanlıkta meydana gelen vakaları o sırada bizlere hakim olan peşin hükümlerin tesiri altında değerlendiririz.
 Heyecanlı bulunduğumuz bir sırada gördüğümüz ve işittiğimiz şeyler, düzgüsel haldeki bulunduğumuz zamankinden daha değişik algılanır.
 Hurafelere inanan bir kimse, gece yolda giderken görmüş olduğu beyaz elbiseli birisini hayalet olarak algılar.
 Rüyalarda algının esnekliğini arttırır. Rüya esnasında iç organlarımızda meydan gelen bir hastalık, insana bir hayvanla dövüşme rüyası gördürür. Ek olarak şuur altı faktörlerde rüyalarımızı etkisinde bırakır.

Yukarıda sayılan yanılma çeşitlerinde eski alışkanlıkların inançların ve duygu durumunda olan eğilimlerin görevi açık olarak görülmektedir. Buradan şu sonuca varabiliriz. Duyumlarımız hiçbir süre tek başına kalmazlar. Idrak haline gelirken kendisi ile ilgili olan büyük bir sistemin içine girerler ve sonunda da bu sisteme nazaran değerlendirilerek anlamlı bir hale gelirler. Sözgelişi illüzyonistler yarattıkları maddi ve tinsel ortamın etkisiyle ayrıntıların algılanmasını bozarlar ve durumun yarattığı mantık ve alışkanlıklar çerçevesinde, belirli bir şekli bizlere telkin etmeye çalışırlar.

ALGIDA BELLEĞİN ROLÜ

Bir şeyi öğrenmemiz idrak etme ile mümkün olduğu şeklinde, eski öğrenmelerimizde algılarımızın oluşmasını etkisinde bırakır. Uzayı algılarken, uzaydaki bir nesneyi, baş aşağı olarak değil de doğru olarak algılamamız bundandır.bu bizim ilk öğrenmelerimizin bir sonucudur algının yukarıdaki özellikleri doğuştun mıdır, yoksa sonradan mı kazanılmıştır? Bu sual psikologları uzun süre meşgul etmiştir. Son araştırmalar, bunların bir kısmının doğuştan, bir kısmının da sonradan kazanıldığını göstermiştir.
Belleğimizin de nesnelerin algılanmasındaki görevi büyüktür. Denilebilir ki, biz, şimdiki zamanda olanları, geçmiş dönemin mühim deneyimlerinden yararlanarak algılarız. İnsan, görmekte olduğu şey ile ne görmesi icap ettiğini düşünür. Böylece kendisine karşılaştırma yapabileceği bir başka şey arar. Bu da oldukca kez imgeledikleri ya da daha oldukca olmak suretiyle geçmişteki deneyimleridir. Bunun için, öğretimde öğretilen her şey daha ilkin öğretilen eski şeylere bağlanmaya çalışılır.

(Sanayi Psikolojisi, Cavit Binbaşıoğlu, Etkin Binbaşıoğlu, Ankara:1992 ,Dizgi-Baskı: Kadıoğlu Matbaası, Ankara ,Sayfa :34-35-36-37-38-39)

+ + + + + + + + +

Duyum (sensation) organizmanın ham (işlenmemiş) uyaran ile ilk karşılaşmasıdır. Burada mevcud reseptörler (alıcı hücreler) enerjiyi sinirsel enerjiye çevirirler.
Mesela ses timpan zarında duyum oluşturur. Bu titreşim enerjisi iç kulakta sinir hücresine ulaşarak sinir hücresinde bir ekip faaliyetleri başlatır. Beynin ilgili bölgesine ulaştırılarak anlamlandırılır ve gerekirse organizma tepki verir. Tüm bu işlemleme sürecine idrak etme adı verilir. Kısaca alıcı hücrelerin enerji değişimini yakalayarak bu enerji değişimini sinirsel bir sinyale çevirmesi ve beyinde bunun işlemlenmesi süreci algılamadır. Bu fabrikasyonun (işlemlemenin) sonucunda ortaya çıkan ürüne de idrak adı verilir.
Algısal Örgütlenmenin Kuralları
Algısal örgütlenmemizin bazı kuralları vardır:
Biçim-zemin ilişkisi: Biçim arka yüzeyi oluşturan zeminle anlam kazanır.
Tamamlama: Nesnenin tümü görülmese de tümü görünüyormuş şeklinde algılanır.
Devamlılık: Aynı yönde görünen birimler birbirleriyle ilişkili görülür.
Yakınlık: Birbirine yakın nesneler gruplanarak algılanır.
Benzerlik: Benzer birimler algısal bütünlük kazanır.
Ekonomik olma: Dünyayı en kolay, karmaşıklıktan uzak şekilde algılamaya eğilimliyizdir.
Duyu organlarımızdan gelen ikazlar algımızda süreklilik olması için aralıksız şekilde denetim edilir ve düzeltilir. Bu vazife iç dünyamızın isteklerinden ve dış dünyanın gerçeklerinden haberdar olan zihin bölmemiz, doğrusu ego, tarafınca yönetilir.
Idrak Bozuklukları
Yanılsama (illusion): Uyaranların yanlış algılanması ve yorumlanmasıdır. Gece ansızın uyandığımızda karanlıktan dolayı odada birisinin bulunduğunu sanmamız yada duvardaki izleri böcek sanmamız. Burada mühim olan nokta bir uyaranın olduğu ve bunun yanlış yorumlanamsı bulunduğunu unutmamaktır.
Varsanı (hallüsinasyon): Bir uyaran olmadığı halde idrak etme olmasıdır. Çoğunlukla işitme ve görme varsanılarına rastlanır. Varsanı olması kişide ciddi ve derhal müdahale edilmesi ihtiyaç duyulan bir durum olarak düşünülmelidir.
Deralizasyon: Çevrenin değişmiş şekilde algılanmasıdır.
Depersonalizasyon: Ferdin kendisini, bedeninin tümünü yada bir parçasını değişmiş şeklinde algılamasıdır. Çoğu zaman ağır ruhsal rahatsızlıklara birlikte rol alır ve kişiye büyük bir sorun yaşatır. Müdahale ve denetim edilmesi ihtiyaç duyulan bir durumdur. http:/www.google.com

KAYNAKLAR
1. ANA BRİTANİCA CİLT 1 SAYFA 376-377
2. PSİKOLOJİ LİSE 2,SELMAN ERDEM, FİL YAYINEVİ, BASKI:FLAŞ OFSET 1986,İSTANBUL:12. BASKI
3. ENDÜSTRİ PSİKOLOJİSİ, CAVİT BİNBAŞIOĞLU, ETKİN BİNBAŞIOĞLU, ANKARA:1992 ,DİZGİ-BASKI: KADIOĞLU MATBAASI, ANKARA ,SAYFA :34-35-36-37-38-39″


  1. idrak eke
  2. idrak ne demek
  3. idrak nedir
  4. algıda seçicilik nedir
  5. idrak
  6. idrak yönetimi ve manipülasyon
  7. idrak eke filmleri ve tv dizileri
  8. idrak etme nedir
  9. idrak yapmak ne demek
  10. algısız kavramlar boş kavramsız algılar kördür

Yorum yapın