Efsane

  • efsaneleşmiş

    İsimFarsça

    Eski çağlardan beri söylenegelen, muhteşem varlıkları, vakaları mevzu edinen hayalî hikâye, söylence

    Cümle 1: O geceki serüven ne idi? Rüya mı, hayal mi, efsaneleşmiş mi? – F. R. Atay

  • efsaneleşmiş

    MecaziFarsça

    Gerçeğe dayanmayan, aslı astarı olmayan söz, hikâye vb

    Cümle 1: Hamdi’nin hayatına dair uydurulmuş efsanelerden birisi de, onun müthiş bir aşk yüzünden bu hâle geldiğidir. – Y. K. Karaosmanoğlu

Benzer Kelimeler

efsaneleşme
efsaneleşmek
efsaneleştirilme
efsaneleştirilmek
efsaneleştirme
efsaneleştirmek
efsaneli
efsanevî


Efsaneleşmiş Nedir (Özet)

Türkçe: «Söylence»; Arapça: «Ustüre» (cem’i: esatir); Farsça: «Fesâne, efsâne»; Yunanca : «Mitos, mit» kelimeleri ad olarak verilmiştir. Doğa üstü özellikler gösteren kişilerin hayatlarının ve olayların anlatıldığı hikayeler.

Efsaneleşmiş halkın hayal gücüyle yarattığı “ideal insan tipi”ni verir ve nesilden nesile anlatılır. Efsaneleşmiş ile masallar içinde uygunluk vardır. İki türde de muhteşem vakalar işlenir. Yalnız efsaneleşmiş daha inandırıcıdır. Bu yönüyle öykü ve destana yaklaşır.

Efsaneleşmiş Nedir? (Detay)

Efsaneleşmiş ya da söylence, senelerce hakikaten olmuş şeklinde kuşaktan kuşağa aktarılan öykülerdir. Efsanelerde anlatılan vakalar kimi zaman gerçeküstü olabilir; fakat çoğunlukla gerçek vakalara ve hakikaten yaşamış kişilere dayanır. Bu öykülerin bir çok kahramanca işler yapmış kişilerle ilgilidir. Eski Yunanlı ozan Homeros, İlyada ve Odysseia adlı destanlarında krallara ve kahramanlara ilişkin söylencelerden yararlanmıştır. Kral Arthur ve şövalyeleriyle ilgili birçok öykünün deposu söylencelerdir.

Efsaneler Çeşitleri

1. Yaradılış efsanesi (dünyanın yaradılışı, doğa varlıklarının meydana gelişi, kıyamet günleri.)
2. Zamanı efsaneler.
3. Muhteşem kişiler, varlıklar ve güçleri mevzu alan efsaneler.
4. Dini efsaneler.

Türk efsanelerinde kahramanlık, fedakarlık, cesaret, etik davranışlar, toplumsal düzene bağlılık, ahlah’ın kudretine inanç, doğruluk, cömertlik, içtenlik şeklinde mevzular yer alır. Genç osman, boş beşik, çakıcı efe, çoban çeşmesi, gelin kaya, aden dağı, kan kuyusu, yusufçuk kuşu şeklinde efsaneler halk içinde söylene gelmektedir.

Söylence (Efsaneleşmiş Menkıbe) Nedir ?

Söylence ya da efsaneleşmiş, senelerce hakikaten olmuş şeklinde kuşaktan kuşağa aktarılan öyküler. Söylencelerde anlatılan vakalar kimi zaman gerçeküstü olabilir; fakat çoğunlukla gerçek vakalara ve hakikaten yaşamış kişilere dayanır. Bu öykülerin bir çok kahramanca işler yapmış kişilerle ilgilidir. Eski Yunanlı ozan Homeros, İlyada ve Odysseia adlı destanlarında krallara ve kahramanlara ilişkin söylencelerden yararlanmıştır. Kral Arthur ve şövalyeleriyle ilgili birçok öykünün deposu söylencelerdir. Gerçek bir kişinin yaşamına dayanan Köroğlu adlı halk öyküsü de çeşitli söylencelere karışmıştır. Söylenceler bir bölge ya da halkın kültüründe mühim yer meblağ bunun yanı sıra mitolojiyle de yakından ilişkilidir.

İlk devir insanları -bugün okumamış zümrelerde görüleceği üzere- doğa hâdiselerinin sebeplerini bilemiyorlardı. İnsanın nereden gelip nereye gittiği, hayatla ölümün mâhiyeti, yıldızların hareketi, denizin yükselmesi, yağmurun yağması; hayvan, nebat, toprak, orman, dağ, ateş, mâden vb. şeklinde hâdise ve maddelerin teşekkül ve icadı onları şaşkınlık, korku, coşku yada memnunluk içinde bazı hayaller kurmaya yöneltti. Bu hayaller, insanoğlunun kendi ruhunu, yaşamını eşyaya, tabiata aksettirmesinden ibaret olan fikir tarzını doğurdu.

İşte canlı-cansız varlıklarla doğa hâdiseleri karşısında kurulan hayal, tasarım ve düşünceler hemen hemen müsbet (pozitif) zihniyete ulaşamamış toplulukların doğru, yalan şeklinde kabul ettikleri iptidâi detayları teşkil etmiştir. Güçlü bir gelenek bağları içinde yaşayan ilk devir, mitos devri, hatta ortaçağ insanları inandıkları bu bilgilerle kâinatta Tanrı, iyi ve kötü ruh, kıyamet, melek, şeytan, cin, peri, gök, dağ, su ya da (yağmur) taşı, büyücü vb. şeklinde üstün saydıkları maddi manevî kudretlere umumiyetle teşhis ve intak yolu ile (canlandırarak yada konuşturarak) bazı masallar uydurmuşlardır. Bugün masal sayılan mahsullerden ayrı olarak düşün düğümüz cemiyetin ortak malı bu eserler, sonraları yeni din, kültür ve iktisat şartlarının ve alışverişinin hazırladığı çevre içinde az-çok târihî gerçeklerle beslenerek yazılı kaynaklara geçen efsâne ve menkabelere örnek (model) olmuşlardır Türklerin hayatında şaman, alperen, peygamber, halife, padişah, şeyh, şeyhülislam, asker vb. şeklinde otoriteler çevresinde yada şehirler, saraylar, camiler, mezarlar, türbeler, adaklar… üstüne dünyaya gelen masallar ve menkabeler bu mahsuller içinde yer alırlar.

Eski cemiyetlerde ve bugün bâzı kapalı, muhafazakâr zümrelerde, mukaddes sayılan dağ, orman, mağara vb. şeklinde yerlerde belli zamanlarda, çocuk, hanım ve yabancılar haricinde anlatılan efsâneler;
1 – Teogoni (Tanrıların nereden geldikleri) ,
2 – Kozmogoni (kâinatın {nasıl} meydana geldiği),
3 – Antropogoni (insanoğlunun teşekkülü),
4 – Eskatoloji (insanla dünyanın geleceği) şeklinde dört ana kolda toplanmaktadır.

Bugün, ilk devirlerden zamanımıza kadar teşekkül etmiş efsâneleri araştıran disiplin yada ilme «esâtîr-mitoloji» adı verilmektedir.

Türk Efsaneleri

Karacaoğlan Efsanesi
Ay Atam Efsanesi
Tufan Efsanesi
Yaratılış Efsaneleri
Leyla ile Mecnun Efsanesi
Ferhat ile Şirin Efsanesi
Kerem ile Aslı Efsanesi
Kız Kulesi Efsanesi
Balıkesir Efsanesi
Sarıkız Efsanesi

Efsanesi Örnek ve Özetleri

Balıkesir Efsanesi

Tarihçilere gore Balıkesir adı, Bizans imparatoru Hadrianus’un av partilerinde kullanmak için yaptırdığı Paleo Kastro (Eski Hisar) sözcüğünden meydana gelmektedir. Tarihî bir gerçekliği de bulunan bu ad, sonrasında halk etimolojisi yardımıyla değişik rivayet ve yorumlara da mevzu teşkil etmiştir. Biz bu rivayetlerden birkaçını özetlemek gerekirse anlatmak istiyoruz.

Balıkesir adı daha oldukça bal, balık, kesir ve hisar kelimeleri üstünde meydana getirilen oynamalarla izah edilmektedir. Bir rivayete gore Balıkesir’in adı eskiden Balık Hisar şeklindeymiş. Buradaki balık sözü Eski Türkçe’de kent, kale yada saray anlamı taşımaktaymış. Kale Şehri anlamını veren bu rivayete gore bu ad, XI. yüzyıldan sonrasında kullanılmaz olmuştur. Hakikaten de Orta Asya’da Beşbalık şeklinde bazı Uygur devrine ilişkin yer isimlerinde balık kelimesinin kent anlamında kullanıldığı dikkati çekmektedir.

Öteki bir rivayete gore ise Balıkesir adı, balı kesir, şu demek oluyor ki balı oldukça, bolca anlamındaki söz grubundan gelmektedir. Buna gore Balıkesir’in balının bolca ve leziz oluşu bu adı almasına sebep olmuştur.

Başka bir rivayet ise Balıkesir’in ilk kurulduğu yıllarda buraya gelen bir yabancının iyi işlem görmemesi üstüne balı keser, şu demek oluyor ki hatır, gönül tanımaz adını verdiği şeklindedir. Buna gore bal, Arapça’da hatır, gönül anlamını taşımaktadır.

Bunların haricinde bölgede bir süre hakim olan İran hükümdarı Balı Kisra yada civardaki Yılanlı Dağ’ın eski adı olan Balcea ya da Pelecas’ın Balıkesir adının ilk şekli olduğu ileri sürülmektedir. Fakat bunlar uzak ihtimaller olarak değerlendirilmektedir.

Tüm bu rivayetler içinde en mantıklı olan, buraya yerleşen Türk oymaklarının Orta Asya hatıralarını canlı tutmak için koymuş olabilecekleri Balık Hisar adıdır.

İlimizin Balıkesir haricinde tarihte daha oldukça anılan bir adı daha vardır. Bu ad yörede bir süre hakim olan Karesioğulları Beyliği’nin kurucusu Karasi Bey’den meydana gelen Karesi adıdır. İlimiz gerek beylik, gerekse Osmanlı sancaklığı döneminde daha oldukça bu adla anılmıştır. Bir rivayete gore de Karesi beyinin oturmuş olduğu kaleye Beylik Hisar adı verildiği için bu ad değişerek bugünkü Balıkesir şeklini almış olduğu söylenir.

Sarıkız Efsanesi (En meşhur Türk Efsanesi)

Marmara ve Ege bölgelerini birbirinden ayıran ve genç dağlar grubuna giren Kazdağları’nın en yüksek tepesine Sarıkız Tepesi adı verilmektedir. Bu tepenin adı hakkında pek oldukça efsaneleşmiş anlatılmaktadır.

Oldukca eski zamanlarda Güre köyünde oldukça güzel bir kız varmış. Bu kızı köyün tüm gençleri sever ve evlenmek isterlermiş. Adı Sarıkız olan bu güzel kızın babası ise bin bir zahmetle büyüttüğü kızını, talip olan gençlerin asla birine vermezmiş. Bunun üstüne gençler Sarıkız’a kara çalma etmişler. Köylüler de Sarıkız’ın babasına giderek:

“Kızın fena yola saptı. Ya kızını öldürürsün ya da buralardan çekip gidersin” demişler.

Düşünüp taşınan baba, kızını öldürmeye kıyamaz; sadece köylülerin yüzüne bakabilmek için Sarıkız’ı gözden uzak tutmak icap ettiğini düşünür.

Kızını yanına alan baba, Kazdağı’nın zirvesine çıkar ve güttükleri kazlarla beraber kızını bırakıp geri döner. “Kurt kuş yerse de gözüm görmesin, yaşarsa da herkesten gizli saklı yaşasın” demiş.

Kazdağı’nda kalan Sarıkız ölmemiş ve kazlarını gütmeye devam etmiş. Hatta yolunu, izini kaybedenlere destek olmuş. Bu durum kısa zamanda babasının kulağına gitmiş.

Kızının ölmediğini öğrenen baba, Kazdağı’na kızının yanına çıkmış. Dağda kaz çobanlığı meydana getiren Sarıkız, babasını görünce sevinmiş, ona yiyecek ikram etmiş. Yiyecek esnasında babası kızından su istemiş. Sarıkız elini uzatarak kilometrelerce aşağıdaki Güre çayından su alarak babasına vermiş. Babası kızının ermiş bulunduğunu görünce pek sevinmiş.

Sarıkız’ın öldüğü ve bugün kabrinin bulunmuş olduğu yere Sarıkız Tepesi, babasının öldüğü yere ise Babatepe yada Kartaltepe adı verilmektedir.

Kültürümüzün en renkli kaynaklarından olan efsanelerimiz unutulmamak için bir çok süre bir maddi ize yada mekana bağlanır. Sarıkız efsaneleri de böyledir. Kaz dağlarının zirvesindeki Sarıkız Tepesi ve bu tepenin üstündeki mezar, Sarıkız efsanelerinin günümüze kadar ulaşan izleridir. Şimdi anlatacağımız efsaneleşmiş ise değişik bir Sarıkız efsanesi olarak dikkati çekmektedir. Sadece bağlı bulunmuş olduğu iz gene aynıdır.

Delikanlının biri güzeller güzeli bir kıza aşık olmuş. Kız, evlenme şartı olarak, delikanlıdan enerjisini ispatlamasını istemiş. Bu şarta gore delikanlı sırtına yüklenen tuz çuvallarını taşımak zorundadır. Delikanlının sırtına tuz çuvalları yüklenmiş. Yamaçtan tırmanırken çuvallar dengesini yitirmiş ve delikanlı yuvarlanarak göle düşmüş. Tuzlar ıslandıkça çuvallar ağırlaşmış ve delikanlıyı suyun derinliklerine çekmiş. Köy halkıbu acıya sebebiyet verdiği için kıza öfkelenmişler. Ona yumurtalar atmışlar. Sarı Kız adı da buradan kalmış.

Öfkeleri yatışmayan köylüler babasına giderek kızını yakınma etmişler ve onu yok etmesini istemişler. Babası yumurtalara bulanmış kızını alıp tepeye çıkmış. Kızını öldürmeden ilkin abdest alıp namaz kılmak isteyen baba kızından su bulmasını istemiş. Kız delikanlının boğulduğu gölün suyundan getirmiş. Su tuzlu olduğundan babası tekrardan tatlı su bulup getirmesini istemiş. Bunun üstüne kız ayağını yere vurmuş, o anda yerden bir kaynak suyu fışkırmaya başlamış. Durumu gören babası kızının ermiş bulunduğunu anlamış ve onu öldürmekten vazgeçmiş. Kimsenin ziyanı dokunmasın diye de suyun etrafını taş duvarla çevirmiş.

Kaz dağlarının zirvesindeki bu kaynak, bugün hala yörede şifalı olarak bilinmektedir. Ek olarak hem Sarıkız’ın, hem de babasının öldükleri bölgeler mukaddes sayılmaktadır. Babasının öldüğü ve bugün kabrinin bulunmuş olduğu kabul edilen yere Kartaltepe yada Babatepe; Sarıkız’ın kabrinin olduğu tepeye ise Sarıkız Tepesi adı verilmektedir. Bu tepelerin ermiş bir kız ile babasına izafe edilmesi ise elbetteki eski Türk inanışlarındaki dağ kültünün bir yansımasıdır.

Kazdağı’nın zirvesinde bulunan Sarıkız’ın kabri bugün de yöre halkı tarafınca ziyaret edilmektedir. Her yıl 14-16 Temmuz tarihleri içinde Akçay’da meydana getirilen Zeytin Festivali’nde Sarıkız da temsil edilmektedir. Ek olarak Sarıkız’ın kabri başlangıcında her insanın dileğini yazabildiği büyük bir istek defteri bulunmaktadır.

Karacaoğlan Efsanesi

Yukarı Karacasu Köyünün sınırları içinde, Karacaoğlan tepesinde, moloz taslarla üçgen seklinde yapılmış bir gömüt vardır. Halkın “Karacaoğlan ziyareti” diye adlandırdığı ve adaklar adandığı bu ziyaretin efsanesi şöyledir.

Rivayete gore Karacaoğlan bir ağanın kuzu çobanıdır. Vaktin birinde ağa hacca gider. Yolda giderken cani helva çeker ve “su bizim hanimin helvası olsa da yesem” der. Ağa bu tarz şeyleri hac yolunda düşüne dursun, Diger tarafta Karacaoğlan ağanın evine gelip ağanın karısına “ağam helva istedi, yapta götüreyim” der. Ağanın karisi içinden “ağa hacda, çobanın cani helva çekti, bana da anlatmaya kıyışamadı. Bu şekilde bir yalan söylemiş oldu” diye geçirir. Helvayı yapar bir tasın içine koyup çobana verir.

Ağa yolda giderken bir bakar ki kendisine bir tasın içinde helva uzatılıyor. Ağa tası alır, bakar ki bu tas evindeki tastır. Ağa olup bitenlere bir anlam veremez fakat helvayı da yer. Helvayı yedikten sonrasında tası çantasına koyup yoluna devam eder. Ağa hacca gider, görevini yapar ve köyüne geri döner. Evine ulaştığında hanımına yolda kendisine gelen tası sorar. Hanımda Karacaoğlan ile içinde geçen konuşmayı anlatır ve “Tası ona vermiştim, daha getirmedi” der. Bunun üstüne ağa kendisini ziyarete gelenlere dönerek “keramet Karacaoğlan ‘dadır. Gidin onun elini öpün “ diye söyler. Böylece Karacaoğlan yörede “keramet sahibi “ olarak tanınır.

Karacaoğlan bigün gene kuzuları otlatmak suretiyle dağlara doğru gider. Sadece ecel, Karacaoğlan bir tepenin üstünde yakalar. Karacaoğlan öldüğü tepede defnedilir. Karacaoğlan tepesi ve ziyareti bundan sonrasında halk içinde mukaddes kabul edilir Olur yöresinde Karacaoğlan ile beraber “Sari Baba” ve “Horasan Baba“ ziyaretleri de halk içinde adakların adandığı yerlerdir. Hatta bu üç şahsın birbirleriyle kardeş oldukları söylenir. Bunların bulunmuş olduğu bölgeye “Üç ziyaretler“ denir ve kutsallığına inanılır.

Ferhat ile Şirin Efsanesi

Ferhat, nakkaşlık meydana getiren, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.

Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Kent’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.

Ferhat’ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Süre geçtikçe oluşturulan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.

Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, kurnazca planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su yayınlarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonrasında da. “Ne vurursan kayalara bu şekilde hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üstüne tüm ağırlığıyla oturur. Ferhat’ın başı döner, dünyası yıkılmıştır esasen “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda.

Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına.

Su gelmiştir, akar tüm coşkusuyla, fakat iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, fakat iki gömüt içinde bir de kara çalı çıkarmış. iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.

Kız Kulesi Efsanesi

Kızkulesi Adası, Kubadabad Saltanat Kentinin haremliğiymiş. Ada da çevresi sularla çevrili bir kale ile, birbirinden güzel köşklerin ortasında yüksek bir kule varmış.

İşte bu kölede cariyeleri ile beraber Selçuklu Sultanının güzeller güzeli biricik kızı yaşarmış .

Sultan, düşünde (başka bir rivayete gore falında) sevgili kızının yılan sokması sonucu öleceğini görmüş. Yaptırdığı ve Kaleye ve içinde kuleye kızını bunun için kapatmış. O şekilde ki, kuleye yılan girmesinde diye beton borularla Anasmaslar’dan Adaya su ve süt akıtılmış. (Anılan iki sıra beton boruların kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.)

Böylece seneler yılları kovalamış ve günlerden bigün güzel Sultan ateşlere düşüp hastalanmış. Ülkenin en meşhur hekimleri zor bulmuşlar devasını. Sevgili Sultan tekrardan sağlığına, mutluluğuna kavuşmuş. İyileşmesini kutlamak için armağanlar yağmaya başlamış kuleye. Yaşlı bir köylü hanımda bir sepet üzüm getirmiş. Meğer üzümlerin içinde bir minik yılan varmış.

Yılan o gece uykuya dalan güzel Sultanı yerleştirip öldürmüş.


  1. efsaneleşmiş milan ekibi
  2. efsaneleşmiş uzem
  3. efsaneleşmiş
  4. efsaneleşmiş filmi
  5. efsanenin yükselişi
  6. efsaneler
  7. efsaneleşmiş nedir
  8. efsanebahis
  9. efsaneleşmiş örnekleri
  10. efsaneleşmiş meyhane

  1. Destan
  2. Suni Destan
  3. Üç Şehitler Destanı
  4. Yapma Destan Örnekleri
  5. Epik
  6. Ergenekon Destanı
  7. Cenkname
  8. Mit Destan Efsaneleşmiş Farkı
  9. Mit Destan Efsaneleşmiş
  10. Kalevala Destanı
  11. Suni Destanların Özellikleri
  12. Gılgamış Destanı
  13. Destanla Halk Hikayesi Arasındaki Farklar
  14. Kuvayi Milliye Destanı
  15. Mit Destan Efsaneleşmiş Arasındaki Farklılıklar

Yorum yapın